Tillo’da Bulunan Huzur

TİLLO’DA BULUNAN HUZUR

Kıymetli arkadaşlar;

Hani insan yorulur, bitap düşer, gözlerini dev gibi binalardan ve ya ağaçsız, hoyrat, bozkır tarlalardan, kendisini etkilemeyen bütün çevrelerden sıyırmak, oralardan kaçmak ve huzur aramak ister ya; işte tam da öyle bir dönemde, üç ayların başlaması nedeniyle, Siirt’in Tillo ilçesine gidip, büyükleri ziyaret edelim, üç aylara orada girelim dedik. Herkes gibi gitmeden önceki genel kanımız, oralarda savaşın, terörün süregeldiği, oraların yıkık dökük olduğuydu. Gitsek mi gitmesek mi, nasıl etsek diye terdeddüt içindeydik…

Hani diyorlar ya, orada bir köy var uzakta. Gitsek de gitmesek de bizim köyümüz… Yok öyle bir şey. Gitmediğiniz yer sizin değildir. Gitmediğiniz, görmediğiniz, tanımadığınız hiçbir şey sizin değildir. Velhasıl biz de yola çıktık. Umre’yi ve Kudüs’ü ziyaret ettikten sonra, hem vatanımın bir parçası olan hem de bu kadar yücelerin, yüce ruhların bulunduğu bu diyarı daha önce görmemenin, buraya gitmeyi ihmal etmenin üzüntüsü, kendi nefsim adına oraya gidince yaşadım.

Gözünüz dinleniyor, gözünüz huzur buluyor, gözünüz bütün dünyadaki yorgunluklardan ve temaşadan sıyrılıp sadeliği görüyor. Ve o sadeliğin içinde sade insanlar, dejenere olmamış sokaklar, önünde kapıcısı, bekçisi olmayan, kapılarına kilit vurulmamış, kamera konmamış, kapıları ardına kadar açık olan evler… Her baktığınız yüzde gülümseme bulduğunuz, her tebessümün arkasında kocaman bir samimi davetin olduğu bir diyar… Ne yolları yıkık, ne düşman kapıda… Ne korkulacak bir yer, ne de korkmanız gereken… Tam tersi, samimi bir şekilde insanların aç kalsanız ekmek vereceği, yalnızsanız dostluk edeceği, zahiri manevi ne arıyorsanız içinde gizlediği bir yer Tillo…

On iki bin evliyanın bağrında yattığı, adımında bir seyidin, bir sultanın olduğu büyük bir umman… Doğrusu Tillo, benim gözümü, gönlümü, ruhumu, kalbimi, aklımı, idrakımı, nefsimi topladığım bir yer oldu. Bu hissiyat yol boyunca giderken, Siirt’i çıkarken, Veysel Karani Hazretleri’nin makamı ziyaret ederken de devam etti.

Allah dostlarının içinde yaşamadığı, içinde kabrinin olmadığı mekanlar bile insanlar ile dolup taşıyor. Söz konusu Allah ise, demek ki insanlara hizmet ettiğiniz evler bile kıymetli. Ve onların kıymetini de bu makamları ziyaret ettiğiniz zaman anlıyorsunuz. Oysa yalılar, konaklar, hizmetkarlar, atlar, arabalar, yatlar içinde yaşayan bir sürü kendine göre krallar, kraliçeler, sultanlar var ama hiç birinin canlı evi dahi bu kadar ziyaretçi kabul etmiyor. Kapısını ziyaretçiye böylesine ardına kadar açmıyor. Hatta o kapılardan girmek için kaç kişinin gözetiminden geçiyorsunuz. Oysa ardına kadar açılmış bu kapılardan içeriye sınırsız girerken, kendinizi daha güvende, daha mutlu, daha huzurlu hissediyorsunuz. İçerde sanki yaşayanlar var da sizi bekliyorlar. Emminize, dayınıza gider gibi koşarak gidiyorsunuz. Çıktığınızda da sanki eliniz, eteğiniz, cebiniz dolmuş gibi huzur içinde çıkıyorsunuz.

Tillo’ya vardığınızda; İbrahim Hakkı Efendi Hz.’nin “Efendimi aydınlatmayan güneşi neylerim?” deyip, efendisi için gerçekleştirdiği mühendislik harikası kale, kaleden süzülen ışık ve bu ışığın direk düştüğü sandukası ile karşılaşıyorsunuz. 250 yıldan beri, hiç kimsenin benzerini yapamadığı, hiç kimsenin ifade edemediği güzellik ile karşısında kendinizi hesaba çekiyorsunuz. Kapıdan içeri giriyorsunuz, mezarlık demiyorum çünkü öyle hissetmiyorum, koskocoman bir kapıdan içeri giriyorsunuz bir bakıyorsunuz ki; bir tarafta Fakirullah Hazretleri, hemen ayak ucunda büyük veli, büyük sultan, değerli öğrencisi, kıymetli yetiştirdiği kul; İbrahim Hakkı Hazretleri ve yanında oğulları: Abdülkadir Sani hazretleri ve Abdurrahman Hazretleri… Bir tarafa bir bakıyorsunuz Şeyh Mücahid -Ulu Sultan, onun babası Şeyh Hamza Kebir… Sonra biraz daha gidiyorsunuz Sultan Memduh ve onun hanımı Zemzem Hatun…

Yüzünüzü ne tarafa çevirseniz başka bir güzel ile, başka bir güzellik ile karşılaşıyorsunuz. Oralarda Resulullah’ın kokusunu hissediyorsunuz. Resullullah’ın oralardan geçtiğini, oralara ahlakının sindiğini görüyorsunuz. Hiçbir yerde görmediğiniz güzelliği oranın dağlarında, hatta akıp giden sularında bile hissediyorsunuz. Neden mi? Çünkü Fakirullah Hazretleri, Resulullah (sav) Efendimiz’in amcazadesi Hz. Abbas’ın soyundan geliyor. İbrahim Hakkı Hazretleri, anne tarafından Hz. Resulullah’ın soyundan, Şeyh Hamza Kebir ve oğlu Şeyh Mücahid, Hz. Halid bin Velid’in soyundan geliyor. Hanzeli ise Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin torunu, Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin soyundan dolayısıyla Hz. Hüseyin’in, Hz. Ali’nin soyundan geliyor. Daha ne olsun ki?

Ne tarafınıza baksanız bir gülün kokusu, bir goncanın sevgilisinin açılışı, medh edilişi, rengi geliyor. Siz ne tarafa baksanız aslında Tillo’ya gül yağıyor, gül kokuyor… Gülün eseri, her tarafı güle bezemiş. Tillo bir gül halinde, bir demet gibi önünüze açılıyor. Size rehberlik etmesini istediğiniz müftü bey başka bir alem, nur yüzüyle ve güleç sözü ile sizi karşılıyor. Size rehber olarak verdiği insan, hem Fakirullah Hazretleri‘nin nesline dayanıyor, hem yüzü gülüyor, edebi adabı yerinde bir alim kişi, fazıl kişi olarak size yol gösteriyor. Siz ziyaretinizi tamamlayacaksınız, yorulmuşsunuz, belki de otelinize döneceksiniz; size rehberlik eden çocuk, sizi annesine götürüyor. Annesi sizin ananızmış gibi kapısını ardına kadar açıyor, bacısının yüzü gülüyor, yengeleri gayet latif, zarif bir biçimde sizin için hizmete koşuyor.

Ne kadar unutmuşuz, ne kadar çok yozlaşmışız? Ne zamandan beri biz karşılıksız hiçbir şey yapmaz hale gelmişiz? Ne zaman buraya gelmişiz? Sıcak ekmek dağıtanları, kapısını ardına kadar açanları, yoksulu fakiri olmayan köyleri, kasabaları, mahalleleri ne kadar çabuk unutmuşuz? Ne kadar çok çıkmışız biz binaların üstüne? Binalar taşlaşırken kendi taşlaştığımızın farkında bile olmamışız…

Eğer ben söz duyuracak kişi olaydım, bütün insanlığın Tillo’yu ziyarete gitmesini, o büyüklerin himmetinden faydalanmasını isterdim. Ama ölümüme kadar temennimdir ki; mümin, aşık, gönül ehli orayı görmeden ölmesin. Zira orası görülmeye değer, güzel bir belde.

Eğer onların döneminde yaşasaydık daha ne görürdük acaba? Fakirullah Hazretleri’nin hassasiyetini, doğrusu o dönemde yaşayıp da görmek isterdim. Hayvana eziyet diye öküz bile kullanmadan, kendi elleriyle tarla sürdüğü, buğday ektiği dönemi, incir bahçelerini, üzüm bağlarını görmek isterdim.

Dua tepesi diye bir tepeye çıktığınız da, o tepeden bu temaşayı tahayyül edebiliyorsunuz, hissedebiliyorsunuz. Ama yine de ekili dönemini de, gül bahçesi olan dönemi de, harama helale bu kadar çok dikkat ettikleri dönemi de, evlatlarını toplayıp nasihat ettiği dönemi de, onlarla bir araya gelip namaz kıldığı, dua ettiği dönemi de görmek isterdim. Bayramlarını görmek isterdim. Her açın karnının doyduğunu, her köşeye ekmeğin konduğunu, yüzlerce ekmeği kendi eliyle pişirip dağıttığı günleri de görmek isterdim. Ve daha 9-10 yaşında, annesinin yanındayken bile alimlik makamına yükselmiş ve kendisine “mücahid” diye hitap edilen Büyük Şeyh Mücahid’i ve babası Şeyh Hamza Kebir’i doğrusu görmek, tanımak isterdim.

Nesilleri asılları belli olanların hayatları da ne kadar belli. “Aslı hu, nesli hu” diye boşuna dememiş gönül erleri. Allah onların himmetini, rahmetini ümmet-i Muhammed’in üstünden, içinde bizden de kaldırmasın. Rabbim kıyamete kadar oraları baki kılsın. Orada olanları da baki kılsın. İnsanlık o kazanın sönmesine fırsat vermesin. Tillo, alimlerin, hafızların yetiştiği bir belde olarak kıyamete kadar kalsın. Diliyorum ki ne ekmeği bitsin, ne ateşi sönsün. Orada kazan kaynadıkça İslam’ın ruhu yeşerecek, kalbi daima bizim için dua edecek. Biz de oradaki gönül erlerinin duasına katılabilmek için dua edelim. İnşallah Rabbim bize yol gösterenlerden de, bizi karşılayıp mutlu edenlerden, ağırlayanlardan da, ebediyyen, kıyamete kadar razı olsun.

Dilerim herkes gider, görür. İnşallah o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayıp, haklıymış der. Belki şimdi uzaktan size öyle gelmez ama, içine gittiğiniz zaman az bile söylediğimi anlarsınız. Doğrusu bu tur beni çok mutlu mesut etmiştir. İnşallah beraberimdekiler de aynı duyguları yaşamışlardır. Allah günahlarımızı af, tövbelerimizi kabul, ziyaretimizi de inşallah makbul eylesin. Allaha emanet olun kardeşlerim, Allah sizden de bizden de inşallah razı olsun.

Sultan Açıkgöz
Rahmet Sosyal Hizmetler ve Yardım Vakfı Başkanı
Mart 2018